Welcome to Our Website

Sır gibi saklanan gerçekler… Hz. Ali’nin çilesi… İlknur Altıntaş anlattı

İlknur Altıntaş…

İslam tarihi üzerine yazdığı ezber bozan kitaplara bir yenisini daha ekledi.

Ve… Kâbe’nin Oğlu Ali üçlemesinin son kitabı “Kâbe’nin Oğlu Ali: 3”geçtiğimiz günlerde La Kitap etiketiyle çıktı.

Hz. Muhammed’in vefatı sonrasındaki hilafet kavgaları, Ğadir-i Hum, Cemel ve Sıffin savaşlarının bilinmeyenlerini yazarına sorduk…

“Kâbe’nin Oğlu 3 yine çok çarpıcı bir cinayetle başlıyor, spoiler vermeyelim şimdi okurlara ama hakikaten çok sarsıcıydı, peki neden biz bunları hiç bilmiyoruz?”

“Bilinmesi istenmediği için. Bahsettiğiniz olayda hem ölen hem de azmettirene bugün hazret diyorlar. Ve dikkat edin onun ölümüyle ilgili pek konuşulmaz, mühürlü bir kitap gibidir, kimse sorgulamaz. Bu ilk değildi tabi. Özellikle Hz. Muhammed’in vefatından sonra olan birçok şey hasıraltı edildi. Ve bazı şahıslar kutsiyet örtüsüyle gizlendi. Bu sadece bir cinayet çok daha fazlası var aslında Mesela Sakife’de birçok sahabeye işkence edildi, dayak atıldı, ölenler oldu, sahabelerin ağzına toprak dolduruldu. Mesela Halid bin Velid Hz. Muhammed’in kesin emri olmasına rağmen Mekke fethedildiğinde şehri yağmaladı; hatta daha sonraları muhalif ve Hz. Ali’ye biadlı Sa’d bin Ubade’yi öldürüp kuyuya attı ve cinler yaptı dedi. Daha sonraları Cemel Savaşında Hz. Ali’ye biadini bozmadığı için Hukeym bin Cebele’nin diri diri göğsünü yarıp iç organlarını çıkarttılar. Gerçekler acıdır ve acıtır! Ayrıca sadece Hz. Ali’ye değil Ehl-i Beyt’e karşı da çok acımasız bir karakter suikastı yapıldı ki aydınlık İslam’dan bozuk bir suret yarattılar ve din diye bunu öğrettiler…”

“Ğadir-i Hum’da Hz. Muhammed Hz. Ali’yi halife ilan etmedi aksine seçimi insanlara bıraktı diyenler var…”

“Yalan söylüyorlar. Hanbeli mezhebini bilirsiniz Ahmet bin Hanbel bile sorulduğunda Ğadir-i Hum’da böyle bir biad gerçekleşti mi diye evet der. Ayrıca hiçbir Peygamber tek başına gönderilmemiştir. Adem Peygamber’in vasisi Habil’dir. Kabil onu öldürdükten sonra Allah hibe olarak Şis’i verdi. Bu yüzden de künyesi, Hibetullah’tır. Bir hediyedir ve vasisidir. Şis Hz. İdris’e kadar ki: Anuş, Kaynan, Mahlain, Yarub peygamberlerinde vasisiydi. Hz. Yakup’un vasisi Yusuf, Hz. Musa’nın vasisi: Yuşa, Hz. Süleyman’ın vasisi: Asaf, Hz. İsa’nın vasisi: Şe’mun al Safa ve Hz. Muhammed Mustafa’nın vasisi ise Hz. Ali’dir. Vasiler tıpkı peygamberler gibi Allah tarafından seçilir. Hz. Muhammed ile birlikte risalet makamı bitmiş, imamet makamı başlamıştır ve ilk imam da Hz. Ali’dir. İmam-ı Azam odur.”

“Ebu Hanife değil mi?”

“Hayır… O ona isnat edilen bir künye. İmam-ı Azam Hz. Ali’dir. Aslında Ebu Hanife’nin Hanifilik ile bir ilgisi bile yok çünkü talebesi Ebu Yusuf, Abbasi Halifesi Mansur ile birlikte bir sistem oluşturdu; üstelik bu devlet mezhebi oluşturulurken Ebu Hanife zindanda işkence görüyordu, adını verdiler sadece. Bu arada Ebu Yusuf baş kadı oldu ve Mansur ne istiyorsa yaptı; fıkhı hiç değiştirilmeden bugüne kadar geldi…”

“Gerçekten de Muaviye Hz. Ali’ye cami minberlerinden küfür edip lanetletti mi?”

“Hem de yıllarca. Bu çirkin olayı sona erdiren Ömer bin Abdülaziz oldu. O kadar yaygınlaştı ki hutbe sonunda lanet gelmezse “sünneti unuttun sünneti unuttun” diye bağırırlardı. Muaviye ilk olarak Hz. Ali’nin Müminlerin Efendisi lakabını çaldı sonrada kendine “Zillullah” – Allah’ın gölgesi adını verdi. O dönem Ali taraftarları ibadette içe çekildi ve camilere gitmedi… Bu zorbalık Abbasiler döneminde de devam etti. Çok büyük baskı, işkence ve zulüm gördüler. Mansur Hz. Hasan’ın soyundan gelenleri katletti…”

“Bu yüzden mi Aleviler camiye gitmez pek?”

“Kısmen. Ama aslında Alamut Nizarileri döneminde İkinci Hasan zahir ibadetleri kaldırdı, “Kıyamet Bildirgesi” yayınladı. Oruç, namaz vs. İçkiyi serbest bıraktı filan. Ve Alamut Kalesi düştükten sonra İsmaili Dailerin çoğunluğu Anadolu’ya kaçtı ve bir etkileşim oldu… Biraz karıştı da zahir ve batın”

“Özellikle üçüncü kitapta çok batıni bilgiler var…”

“Zahir vel batın. Ayrılmaz…”

“Bir de bablar, kapılardan bahsediyorsunuz kitapta diyaloglarda. Bu dört kapı kırk makam gibi değil sanki?”

“Hayır değil. Hz. Muhammed dedi ki: ‘Ben ilmin şehriyim Ali ise onun kapısıdır. O halde ilim isteyen kapıya gelsin.’ Hz. Ali ilk babtır. Selman’ı Farisi ise Hz. Ali’nin kapısıdır. Kitapta Hz. Hasan’ın babı Kays bin Vereka ve Hz. Hüseyin’in babı Reşid el-Haceri’yi de karakterize ettim…

“On iki kapı var yani…”

“Evet, 12 imam ve on iki kapı…”

“Başka kapılar kimler mesela?”

“İmam Cafer es-Sadık’ın kapısı Yezid el-Cufi. Lakabı ettahaya, kırık kemikleri iyileştiren demek, müminleri ilmiyle kaynaştırdığı için bu künye verildi…”

“Hz. Ali’yi tek kelimede anlatsanız ne derdiniz?”

“İmkânsız derdim. “Ene Kur’an’ı natak” dedi, Hz. Ali konuşan Kur’andır. Ebu Zer el Giffari ona “Ya Hakk” derdi. Haktan bir zerre ayrılmazdı. Onun adaleti, sabrı, imanı, cesareti. Ve bitmeyen çilesi tabi. Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz der. Hz. Ali bir derya… Çok sevdiğim bir lakabı var pek bilinmez. Allah yolunda durmadan yenilenen demirden yiğit…”

“Çok teşekkür ederiz…”

“Ben teşekkür ederim…”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir